top of page

Fatih Sultan Mehmet’i tarikatçılar mı öldürdü?

Yıldırım Bayezid’in hükümranlığından itibaren devletin büyümesi ile beraber ihtiyaç duyulan sistemli hukuk yapısından ötürü, din anlayışında farklı bir takım uygulamalara gidilerek, ağırlık derviş gruplarından ziyade ulemaya kaydırılmıştı.

Netice olarak da Sünni Hanefi merkezli bir İslam anlayışı giderek devletin tüm kademelerinde ağırlığını hissettirmeye başladı.

Fetret Devri, Osmanlı Devleti’nin bütünlüklü yapısına zarar vererek, hükümdarlığı adeta bir parçalanma sürecine götürdü. Meydana gelen olaylar devlet açısından siyasal, ekonomik ve toplumsal krizlerle birlikte dini krizleri de beraberinde getirmişti.

Şeyh Bedrettin isyanı da bunlardan biri. 4 ila 10 bin takipçisiyle dini kullanarak devlete karşı isyan eden Şeyh Bedrettin, Osmanlı’daki dini düzenin ne duruma geldiğinin de bir özetidir.

Kuruluştan, Fatih Sultan Mehmet dönemine değin dini inançlarından ötürü ne Müslüman ne de gayri Müslümanlara yönelik bir yaptırıma gidilmediğini özellikle belirtmek gerekir.

Fatih Sultan Mehmed, padişahın mutlak otoritesini kurmak için ulemanın devlet işlerine karışmasını yasaklamıştı.

Fatih tarafından dile getirilen Dünyada tek iman, tek sultan anlayışı din devlet özdeşliği ve tasarlanan evrensel zihniyetin tezahürü olmakla beraber, kendi içinde yine de farklılıklara yönelik dini anlamda bir takım esneklikleri de barındırmaktaydı.

Bahse konu durum ise daha çok sultanın Türk, İslam ve Doğu Roma imparatoru kimliğiyle hükmettiği coğrafya ve tebaanın çeşitliliği üzerinden, kendine biçtiği rolle alakalıydı.

Bu bakımdan devlet gayri Sünnî unsurlara yönelik inançlarından ötürü doğrudan bir müdahalede bulunmadı.

Fatih Sultan Mehmed, fethin ardından gerçekleştirdiği devletleşme reformlarıyla içeride birçok tepkiyi de üzerine çekmişti.

Gelin şimdi; 2 Mehmed’in ölümünü ve ardındaki sır perdesini biraz aralayalım.

Fatih Sultan Mehmed 27 Nisan 1481’de Memlûklerle harp etmek üzere güney tarafına hareket etti, Üsküdar'a geçtiği zaman rahatsız bulunuyordu, buna rağmen seferden vazgeçmedi.

Fatih, buradayken 1 Mayıs'ta şiddetli karın ağrılarına tutuldu. Eski hastalıkları romatizma ve gutun yanında, yeni hastalıklar baş göstermişti.

Fatih'in tedavisine Laristanlı Acem Hamideddin El Lari başladı.

Üsküdar' da bir kaç gün kaldı, sonra araba ile hareket etti ve 3 Mayıs 1481’de Gebze'ye yakın Tekfur çayının ordugâhında ikindi ile akşam arasında elli bir yaşında vefat etti.

Fatih'in ölümünden 4 yıl sonra hekim Lari'nin ölümü de gariptir bunu da aklımızın bir köşesinde tutalım. O dönemde halk Yıldırım Bayezid'in zorla aşırı dozda afyon ile hekim Lari'yi öldürttüğünü konuşmaktaydı.

Bazı tarihçiler, Fatih'in son seferinde hedefinin aslında Mısır olmadığı aslında afyon kullandığı nedeniyle gözünden düşen Amasya'daki oğlu Şehzade Bayezid'e doğru sefere çıktığını söylemektedirler…

Şimdi süreci en baştan ele alalım.

Fatih’in ölümünden sonra iki oğlu arasındaki taht mücadelesi birden alevlendi.

O kadar alevlendi ki, iki şehzadenin taraftarları Fatih Sultan Mehmed’in cenazesini yüzüstü bırakarak mücadeleye girilecek kadar efendilerini saltanata getirmek için çalıştılar.

Bu saltanat taraftarlarından birinin başında veziriâzam Karamani Mehmed Paşa, diğerinin başında Fatih'in sefere giderken İstanbul muhafazasında bıraktığı en eski ihtiyar vezir İshak Paşa bulunuyorlardı.

O sırada Fatih Sultan Mehmed'in büyük oğlu Bayezid Amasya Valisi ve küçük oğlu Cem, Karaman Valisiydi.

İki kardeşten Bayezid 34 ve Cem ise 23 yaşlarındaydı. İki şehzade de iyi tahsil görmüştü. Bayezid daha bilgiliydi; fakat meşrep ve ince ruhluluk ve şairlik itibariyle Cem, babasının daha çok sevgisini kazanmıştı, bunda herhalde yaşça küçük olmasının da etkisi vardı.

Şehzade Bayezid, İran'dan gelip Anadolu'ya yayılan afyonkeşlerin tesiriyle Berş denilen afyon suyuna çok düşkündü.

Sultan Mehmed, oğullarından Cem sultanı çok sevdiğini yazdırdığı son kanunnameye ima ile Cem'in unvanını yazdırmıştı.

Saltanat kanunnamesindeki bu kayıt, Cem Sultan'ın Bayezid'e tercihini gösterdiği gibi Fatih'in ölümünü takiben Veziriâzam Karamani Mehmed Paşa'nın Cem Sultan'ı saltanata daveti de bunu teyit etmekte.

Padişahın ölümünü veziriâzam bir taraftan usulen büyük Şehzade Bayezid'e bildirdiği gibi küçük şehzade Cem Sultan'a da bildirerek acele merkeze davet etmişti.

Yeniçeri ocağını, ulema takımını arkasına alması ve kendisini savunan İshak Paşa'nın İstanbul muhafızı bulunması babasının kendisini sevmediğini bilen Bayezid’in işini kolaylaştırmıştı.

Taht oyunları resmen başlamıştı...

Hünkârçayırı ordugâhındaki telâşta padişah hamam yapmak üzere İstanbul’a geçti denilerek askerin dağılmaması emredilmişse de gerçek ortaya çıkmıştı.

Bir müddet gizlenen vefat olayını on bir gün sonra öğrenen Yeniçeriler, kayıklarla İstanbul tarafına geçerek veziriâzam Mehmed Paşa'yı öldürdükten sonra bir takım yağma ve yolsuzluklar yapmışlar olayların ardından durumu İstanbul Muhafızı İshak Paşa ele alarak yatıştırmıştı.

İshak Paşa, Beyazid’in gelmesini arz ederken Cem’in gelişini engellemek için de sınırları kapatarak Anadolu Beylerbeyi Sultan Bayezid'in damadı olan Sinan Paşa'ya mektup göndermişti.

Taht mücadelesi devam ederken İstanbul’un fatihinin bedeni ise 18 gün boyunca ortada kalmıştı.

Bu nedenle Fatih Sultan Mehmed'in yıkanması da çok zor olmuştu.

Yazın sıcağında 18 günden beri üzerindeki elbisesi ile kapalı kalan ceset koktuğundan, yanına kimse gidememiş, Baltacılar Kethüdası Kasım ile tahnit memuru İkinci Mehmed’in bedenini beraber soyup mumyaladıktan sonra kefenlemişler ve sonra da tahta geçen Beyazid’in da katıldığı merasimle defnedilmiştir.

Görüyorsunuz çağ açıp, çağ kapayan koskoca İstanbul Fatihi nasıl uğurlanmış…

Taht kavgası telaşından cesede dahi saygıdan eser kalmamış…

Sultan İkinci Bayezid devrinde eser yazan Osmanlı tarihçilerinin yazdığı, Fatih’in uzun zamandır belirtileri görülen gut hastalığından mustarip olduğudur. Genellikle kabul edilen de bu yüzden vefat ettiğidir.

Ancak bu ölümde anlatılmayan ya da görmezden gelinen başka meseleler de var.

 

Gelin önce diğer iddiaları konuşalım ardından anlatılmayanı anlatalım…

15. yüzyılın ünlü Burgonyalı tarihçisi Philippe de Commynes, Hatıralar adlı siyasetname tarzı kroniğinde devrin kahraman ve bilge hükümdarı olarak tanımladığı Sultan İkinci Mehmed’in vefatına dair benzer bilgiler vermektedir.

Philippe de Commynes, sultanın vefatını şöyle tasvir ediyor:

Bir süredir padişahın ayağında, her yaz başı bir şişlik oluşmakta ve bacağı bir insan bedeni kadar büyümekteydi. Bu şişlik hiçbir tedaviye gerek kalmadan kendiliğinden geçerdi ve cerrahlar ne olduğunu anlayamıyorlardı. Birçok kimse bunun aşırı gıda tüketiminden kaynaklandığını ileri sürmekteydi. Commynes’e göre, suiistimaller nedeniyle padişah iyice hastalandı, bacakları şişti ve ansızın öldü.

Sultan İkinci Bayezid’e yakın olan tarihçiler de devletin itibarına zarar vermemek endişesiyle eğer bir suikast oldu ise, bu nahoş hadisenin üstünü örtmeyi ya da başka sebeplerle olayı farklı anlatmayı tercih etmiş olabilirler.

Ancak saraya uzak tarihçi Aşıkpaşazade, Fatih’in yanlış tedavi sonucu hayatını kaybettiğini belirterek ölümünün şüpheli olduğunu ima etmektedir.

Ünlü tarihçi Kissling, bu esrarlı ölümün arkasında Beyazid’in ve yandaşlarının olduğunu düşünüyor!

Aşıkpaşazade, hekimlerin Fatih’in hastalığını tedavi edemediklerini ve kusturan şurup olarak tanımlanan ilacı içtikten sonra hayatını kaybettiğini vurgulamak için şu manzum parçayı da eklemiştir.

 “Tabibler şerbeti kim verdi hana… O han içti şarâbı kana kana! Ciğerin doğradı şerbet o hanın… Hemin dem zâri etti yana yana Didi niçün bana kıydı tabipler; Boyadılar ciğeri kana.”

Fatih’in ağzından yazılan bu şiir, padişaha verilen maddenin ciğerine zarar verdiğini ve bir iç kanamaya neden olduğuna işaret etmektedir.

Unutmayın o dönemde saray içinde ve toprak reformu yüzünden güç kaybeden ulema takımı arasında İkinci Bayezid’in epeyce güçlü desteğe sahip olduğu bilinmektedir.

Sultan İkinci Mehmed’in zehirlenerek suikasta uğradığını ileri süren bazı iddialarda varsayılan cinayetin faili olarak iki hekimin adı geçmektedir:

Bunlar Yahudi mühtedisi Yakup Paşa ile İranlı hekim Lâri.

Bir hekimin herkesin gözü önünde padişahı öldürmeye şayet daha yüksek bir makamdan emir ve izin almadıysa cesaret edebileceği düşünülemez.

Diğer yandan, eczacılık tarihi alanında çalışan Naşid Boylav, Sultan İkinci Mehmed’in ölümünde zehirlenme bulgularının olduğunu iddia etmiştir. Boylav, Topkapı Sarayı Arşivi’nde bulunan ve Fatih devrine ait hekim reçetelerini içeren nadir bir yazma eser olan Helvacıbaşı Defteri üzerinden yaptığı inceleme sonrasında şu tezi savunmuştur.

Sultan İkinci Mehmed’in vefatının kendisine verilen çok zehirli bir bitki özüyle, kargabüken bitkisinin tohumlarından elde edilen striknin ile gerçekleştiğini düşünmüştür.

Durum kayıtlara böyle yansıyor.

Şimdi iş biraz daha dallanıp budaklanıyor…

İkinci Mehmed’in imparatorluk politikasından rahatsızlık duyan hem içerde hem dışarda etkili güç odakları vardı.

Şüphesiz, çıkar ve menfaatlerini korumak için Vatikan ve Venedik’in, Fatih’e birçok defa suikast teşebbüsünde bulundukları kayıtlara geçmekle birlikte bilinmektedir.

Örneğin; 1471 yılında Venedik senatosunda, Fatih’i ve Bosna valisi Ömer Bey’i zehirletme tertibinin tasarı ve görüşmelerini içeren Venedik arşiv belgesi yayınlanmıştır.

Bundan başka Franz Babinger, atıfta bulunduğu fakat künyesini belirtmediği Venedik Senatosu arşiv belgeleri üzerinden, Fatih’e yönelik başarısız kalmış 14 suikast girişiminin olduğunu aktarmaktadır.

Ancak; Vatikan ve Venedik Osmanlı İmparatorluğu’nun hükümdarını suikastla öldürdüler ise, bununla övünmek ve korku salmak yerine neden sakladı ya da Osmanlı bu saldırının bedelini bu iki devlete neden ödetmedi?

Böylesi aleni bir saldırıyı Osmanlı devletinin sineye çekmiş olması pek mümkün gözükmediği gibi hesap sorulduğuna dair de bir gösterge bulunmamaktadır.

Dolayısıyla çok zayıf bir ihtimal olan bu hipotez, Vatikan ve Venedik’e sahip olduklarından fazla güç bahşetmekten ve konuyu çarpıtmaktan başka bir şey değildir.

Eğer Fatih Vatikan ve Venedik tarafından zehirlendiyse, bu suikastın intikamını alması ve babasının imparatorluk idealini gerçekleştirmesi için fetih siyasetini devam ettirmeye aday sayılan Fatih’in sevdiği, gözü kara ve mücadeleci oğlu Şehzade Cem’in tahta geçirilmesi gerekirdi.

Ancak tam tersi oldu.

Babasının mali reformuna muhalefet eden, uzlaşmacı siyasetiyle bilinen ve rahat bir hayata meyli olan Şehzade Bayezid tahta geçti.

Şimdi biraz daha derinlere inme vakti…

Hans Kissling, Halvetiler üzerine yaptığı ayrıntılı tarihsel çalışmasında, tarikatın önde gelen şeyhlerinin arka planda kalarak, Osmanlı siyasetini nasıl yönlendirdiğini yazmıştı.

Osmanlı’nın kimi büyük tarikatlarının merkezlerinin İstanbul olmasının sebebi açıktı; saray siyasetiyle yakın ilişki...

Nitekim, tarikatların idarî açıdan kan bağına dayalı birer aile müesseseleri olmaları ve aynı esasa uygun biçimde hilafet devriyle nüfuz alanlarını genişleten, böylece iktidar karşıtı güç odaklarına dönüşme eğilimi gösteren birer toplumsal örgütlenme özelliği taşımaları, Fatih Sultan Mehmed’in şahsında ifadesini bulan merkezî otorite kavramıyla çelişmekte ve bunun neticesinde devlet ile tarikatlar arasındaki mevcut ilişki askıya alınmaktadır.

Fatih Sultan Mehmed, oğlu Beyazid’in Amasya’da Halveti Şeyhi Çelebi Efendi ile ilişkisinden rahatsızdı. Beyazid, Şeyh Çelebi sayesinde dönemin güçlü tarikatını yanına çekmişti.

İstanbul’da ise Fatih’in hiç de hoşuna gitmeyen vaazları ile tanınan Halveti Şeyhi Alaattin Ali el Halveti vardı.

Halk arasında kendisi aleyhine düşünceler yaratacağından kuşkulanan Fatih, çok gecikmeden şeyhi sürgüne gönderdi.

Sürgün edilen Halveti Şeyhi, Fatih’in baş düşman olarak gördüğü Uzun Hasan‘ın yanına yerleşti.

Fatih, Halvetîler’in bu dirsek temaslarından hoşnut değildi.

Keza, oğlu Cem Sultan’ın tahta geçmesine bu grubun izin vermeyeceğinden kuşkulanıyordu. İddiaya göre bu dönemde Fatih, Sadrazam Karamani Mehmet Paşa’ya Beyazid’in öldürülmesini emretti.

Haberi alan Beyazid, Şeyh Çelebi’den yardım istedi ve Karamani’nin öldürülmesini talep etti. Şeyh Çelebi Efendi önce çekindi ama Sadrazam’ın Halveti arazilerini istimlak etmek istemesi istihbaratını alınca harekete geçti.

Ve sonuç olarak Sadrazam Karamani öldürüldü.

Bayezid'in, Şehzade Cem'in lehine faaliyetler yürüten Sadrazam Karamani Mehmet Paşa'ya bazı Halveti dervişleri aracılığıyla suikast düzenlediği bilinmektedir.

Acaba benzer suikastı babası Fatih'e karşı da planlamış mıydı?

Sonuç olarak kazanan Beyazid ve dolasıyla Halvetîler oldu. Beyazid, tahta geçtiğinde Halvetilere gönül borcunu ödemek için İstanbul’da dergâh yaptırdı. Babasının imparatorluğun bekası için devletleştirdiği tarikatların mal varlıklarını da tamamen iade etti.

İstanbul’da yapılan dergâhın bir numaralı konuğu hep İkinci Beyazid oldu.

Tarikat mensupları ona Veli unvanını yakıştırdı.

Yani; veli ilan edilmiş olması, İslam’ı çok iyi yaşadığı için değil, tarikatlara menfaat sağladığı, mal varlıklarını iade ettiği içindi.

Bunu aklınızda tutun pazılın parçalarını tamamlamak için lazım olacak…

Bu arada Şeyh Çelebi Efendi de tarikatta postuna oturdu.

Yeni bir pencere açıp bu derin meseleye inmeye devam edelim.

Fatih Sultan Mehmed’in bütün tarikatların mal varlığına el koyması konusu!

Burada asıl mesele taht için mücadele sorununa kesin bir çözüm getirmekti.

İmparatorluk mantığını devlete uyarlamaya çalışan İkinci Mehmed birçok reformun da öncüsü oldu.

Şeyhleri ve ulemaları hoşnutsuz eden en öneli reform ise toprak reformuydu.

Olay, 1475 tarihinden sonra vakıf ve mülk topraklarının büyük bir kısmının devlet toprakları haline sokulması ve tımar olarak askeri sınıfa tahsisidir. Bu gibi toprakların çoğu esasen daha önce miri arazi olup muhtelif yollarla vakıf ve mülk haline gelmiştir. Fatih, bu toprakları vesikalara göre durumlarını incelettikten sonra saptanan bazı esaslar çerçevesinde devlete mâl etmiştir.

Bu reformun neticesinden zarar gören geniş bir kitle büyük tepki gösterdi.

Vakıf topraklarının devletleştirilmesinden bilhassa çıkarcı ulema sınıfı ve şeyhler zarar gördü.

Osmanlı toplumunda nüfuslu ve zengin ailelerin ellerindeki araziyi mülk ve vakıf haline çevirmeye çalıştıklarını, vakıf mütevellisi olarak kendi çocukları ve torunları için bu toprakları sağlam bir gelir kaynağı haline soktuklarını biliyoruz.

Nitekim, Osmanlı tarihinde sadece Fatih gibi mutlak otorite sahibi bir hükümdar ancak böyle bir reformu gerçekleştirebilmiştir.

Bu yolla tahmini 20.000 köy ve çiftlik miri arazi haline gelmiştir.

Fatih, bu yolla tımarlı sipahilerin sayısını arttırmayı amaçlarken, toprakları ellerinden alınan servet sahipleri ve güçlü konumda bulunan şeyh ve ulema sınıfından birçok kişi bu uygulamalar sonrasında Fatih’e karşı ciddi bir hoşnutsuzluk beslemeye başlamışlardır.

Öyle ki; Şehzade Cem’in de babasının yolundan gideceğini bildiklerinden Şehzade Bayezid’e babasının reformlarından vazgeçmesi koşuluyla destek olacaklarını açıkça ilan etmişlerdir.

Şeyh ve tarikat kesimi rahatsız eden bir diğer konu ise Fatih’in İstanbul'u fethettikten sonra kendini Roma hükümdarı ilan etmesi ve hayatının geri kalanında Osmanlı Devleti'ni Roma İmparatorluğu'nun devamı olarak, kendini de imparatorluğun yerine geçen değil onu devam ettiren kişi olarak görmesiydi.

Fatih bu ileri vizyon nedeniyle de Ermeni Patriği ve Yahudi Hahambaşısını İstanbul’da payitahtına yerleştirmişti.

Fatih Sultan Mehmed’den Vatikan ve Venedik’ten daha çok, padişahın Hurifilere olan yakınlığından rahatsız olan ve Osmanlı içinde toprak ve güç kaybı yaşayan şeyhler ve ulema sınıfı nefret ediyordu.

Artık bunu kabul etmek lazım.

Fatih'e karşı en etkili uğraşıyı da onlar yapacaklardır.

Egemen sınıfın büyük bir bölümünü ilgilendiren reforma karşı olanlar geniş bir propaganda faaliyetine girişmişlerdi. Onlar kararın din prensiplerine ve şeriata aykırı olduğunu, dine hizmet edenlerin mağdur edildiğini ileri sürmekteydiler.

Biraz önce de bahsettiğim gibi Şehzade Bayezid şeyhlere ve tarikatlara babasının yolundan gitmeyeceği teminatında bulundu ve bu şekilde tahta oturtuldu.

Fatih’in ani vefatıyla birlikte farklı hizipler arasındaki keskinleşen mücadele açık bir hesaplaşmaya dönüşmüş ve Fatih devrinin birçok uygulamaları da vefatının ardından kaldırılmıştı.

Öyle ki, Bayezid tahta geçerken kendisine kabul ettirilen hususlardan biri de; bir defadan fazla yeni akçe çıkarmayacağı taahhüdü olmuştu.

Fatih devrinin mali tedbirlerinden memnun olmayanlar giderek zararlarını telafi edecek bir siyasetin teminatçısı olarak Şehzade Bayezid’e bel bağlamaya başlamıştı.

Alman oryantalist Babinger, Şehzade Bayezid’in babasına bir suikast düzenlettiğine inanmaktadır. Babinger iddiasını, Bayezid’in Fatih’le arasındaki dünya görüşlerindeki zıtlıklara dayandırmaktadır.

İş gerçekten garipleşiyor değil mi?

Yükselme döneminde, Osmanlı yönetimi ile bazı tasavvufi gruplar arasında sıkıntılar söz konusu olmuştur.

Bu gruplardan birisi Kalenderiler iken bir diğeri de Osmanlı Devleti’nin hüküm sürdüğü yıllarda çeşitli dini etkileşimler neticesinde Azerbaycan’da gelişip Orta Doğu’daki bütün Sünni anlayışın dışında kalan grupları nüfuzu altına alan Hurufiliktir.

Evet, gelelim şu Hurufiler meselesine…

Hurufiler, şarkın en gizemli mezhebiydi.

14'üncü asırda doğan mezhep, kâinat ile sayı sistemleri arasında bağlantı kuruyor ve bu bağlantılarla sözde geleceği okuyordu.

Hurufiler, Fatih Sultan Mehmed'in iktidar yıllarında sayıların ve harflerin cazibesiyle bilime meraklı olan hükümdarı bile etkileyerek saraya sızmayı ve devlet işlerine müdahale etmeyi başardılar. 

Toprak reformundan da mustarip olan diğer tarikatlar ise bu durumdan oldukça rahatsız oluyordu.

Ve bir şekilde düğmeye basıldı!

Mahmud Paşa yine o devrin en güçlü din âlimlerinden Fahreddin-i Acemi'den kâfir oldukları gerekçesiyle Hurufiler'in canlarının alınması gerektiği yolunda bir fetva çıkarttı.

Fatih'in söyleyecek sözü kalmamıştı.

Neticede, Edirne'deki o büyük ateş yakıldı ve ateşin başında ilk tekbiri getiren de Fahreddin-i Acemi oldu.

Sanıldığı gibi Hurufilerin dersini yüzdüren, idam ettiren Fatih Sultan Mehmed değildi. Tam aksine Fatih Hurufiler’e yakınlık duyuyordu ama şeyh ve tarikat camiasına karşı gelemedi ve fetvaya boyun eğmek zorunda kaldı.

Fatih Sultan Mehmed’in daha şehzadelik yıllarında Hurufilerin temsilcileriyle yakın ilişki kurduğu bilinmektedir.

İlerleyen dönemde daha önce İstanbul’da faaliyet gösterebilme imkânını bulamayan iki büyük tarikat, Halvetiye ve Bayramiye’nin şehir hayatına katılmalarında, İkinci Bayezid’e bu kritik dönemde verdikleri siyasî desteğin önemli rolü vardır.

Fatih Sultan Mehmed kendisinin yakın korumalarının Halveti müritleri olması ve bunların siyaseten bir gaye güdüyor olmalarının ortaya çıkmasıyla bu tarikat mensuplarının sürgüne gönderildiğini biliyoruz.

Halvetiye’nin dört ana kolundan Cemaliye’nin kurucusu olan Cemaleddîn Halveti bir ulema ailesine mensuptur.

Bu mensubiyet ona, henüz Amasya’da şehzade olan İkinci Bayezid ile tanışma fırsatını verir ve aralarında çok yakın bir ilişki kurulur. Fatih Sultan Mehmed’in kuşkulu ölümü, bu ilişkiye siyasî bir boyut kazandırmış ve Cemaleddîn Halvetî, taht kavgasına tutuşan şehzadelerden Cem Sultan’a karşı İkinci Bayezid’i desteklemiştir.

Bu desteğin arka planında siyaset-tarikat ilişkisini bütün açıklığıyla ortaya koyan son derece önemli olaylar vardır.

Şehzadeler mücadelesi yalnızca iki hanedan mensubunun görünürdeki taht kavgasından ibaret değildir.

Sonuç itibariyle İstanbul’un gündelik hayatını çok derinden etkileyecek olan bu mücadelede iki karşıt grubun varlığı söz konusudur. Bunlardan birincisi İkinci Bayezid, Cemaleddîn Halvetî ve Sadrazam Koca Mustafa Paşa üçlüsü; ikincisi ise Cem Sultan, Şeyh Vefa ve Sadrazam Karamani Mehmed Paşa’nın ittifakıyla kurulmuştur.

Mücadelenin birinci grup lehine sonuçlanmasıyla Osmanlı tahtına Cem Sultan yerine İkinci Bayezid çıkmış, Karamani Mehmed Paşa’yı ortadan kaldıran Koca Mustafa Paşa sadrazam olmuş ve nihayet Şeyh Vefa’nın temsil ettiği Zeyniyye tarikatı İstanbul hayatından âdeta silinerek yerine Cemaleddîn Halveti’nin öncülüğünde Halvetiye geçmiştir.

İkinci Bayezid’in daveti üzerine İstanbul’a gelen Cemaleddîn Halvetî, dervişleriyle beraber önce Üsküdar’da, ardından Koca Mustafa Paşa’nın Gül Camisi civarındaki konağında ikamet eder.

Bizans dönemine ait Hosios Andreas Kilisesinin 1486’da Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrilerek kendisine tahsis edilmesiyle, İstanbul’daki ilk düzenli Halvetî faaliyeti de başlamış olur.

1859’a kadar Osmanlı’da cemaat ve tarikatlar hiçbir denetimden geçmiyordu.

Kuleli Vakası’nın yaşanması da bu denetimin başlaması için en önemli neden olarak gösterilir.

Sultan Abdülmecid’in saltanatının son yıllarında meydana gelen bu olay aslında başarısızlıkla sonuçlanan bir darbe girişimi, Osmanlı Sultan’ına karşı bir suikast planıdır.

Anlaşılacağı üzere cemaat ve tarikatlar daha sonra da bir padişahı ortadan kaldırmayı ve kendi düzenlerini kurmayı denemişlerdir.

Hatırlatma gerekir ki; Abdülmecid’e düzenlenen darbe girişiminden sorumlu olarak tutuklanan 41 şahıstan 15’inin Nakşibendi tarikatı ile irtibat içerisinde oldukları ve bunların tarikatın Halidi koluna bağlı oldukları bilinmektedir.

Tutuklananlar arasında bulunan Şeyh Ahmed, Şeyh Feyzullah ve Kütahyalı Evliyazâde Şeyh İsmail Nakşi şeyhlerindendir.

Öte yandan; Rahmi Apak, İkinci Abdülhamit Dönemi’nde, Balkan ve İstiklal Savaşı’nda görev yapan bir subaydır. Yetmişlik Bir Subayın Anıları adlı kitabında, Balkan Savaşı sırasında yaşadığı bir olayı şöyle anlatır:

“İslam dininin önderleri olan ulema sınıfı ki, bunlara hoca denilirdi, medrese denilen ve camilerin bir köşesine eklenmiş olan taş, havasız, bakımsız okullardan yetişirdi. Bunların genel bilgileri hiç yoktu. Din ilmini Arap dili ile öğrenmeye çalışırlardı. 20 yıl medresede Arapça okudukları halde bir kelime Arapça konuşamazlardı. Bunlar askerlik ödevinden kaçmak için medreseye giderlerdi. Softalar askerlik yapmazdı… Halk, Bayram fitre paralarını bunlara verirdi. 1907 yılında, İstanbul’dan Selanik’e gidecek olan bir vapurda 300 kadar softa ile tatil nedeniyle memleketlerine giden 150 kadar Harp Okulu öğrencisi vardı… Askeri öğrencilerin bazıları ile softalar arasında kavga olur… Gemi kaptanı, Dedeağaç’a gelince yardım ister. Olay, telgrafla padişaha bildirilir. Padişahtan emir gelir, asıl suçlu olan softalara dokunulmaz, fakat kavgaya giren girmeyen tüm Harp Okulu öğrencileri vapurdan çıkarılıp, Dedeağaç’ta gözaltına alınırlar… Bu softalar, İstiklal Savaşı’nda kötü rol oynadı. Çünkü softalar çok geri ve pozitif bilim düşmanıydı…”

Bu dönemde, medrese Harp Okulu’na üstün kılınmıştı.

Medresenin, Harp Okulu’ndan, üniversitelerden, akıl ve bilimden üstün tutulduğu bu dönem Osmanlı Devleti’nin de sonunu hazırlamıştı.





Kaynaklar:

Topkapı Sarayı Arşivi No. 1408. Topkapı Sarayı Arşivi No. 735/21. Halil İnalcık Hoca’nın, Akademik Ders Notları 1938–1986

İnalcık, Halil. Fatih Devri Üzerine Tetkikler I. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1954.

Paşazade, Aşık. Osmanoğulları'nın Tarihi. - Çeviren Yavuz. Kenan ve Yekta Saraç. Yaşar Yücel (1991).

Reformcu Bir Hükümdar Fatih Sultan Mehmed - Belleten

Ord. Prof. t H. Uzunçarsılı - Fatih Sultan Mehmed'in Ölümü.

Şehabeddin Tekindağ - Fatih’in Ölümü Meselesi.

 
 
 

Comments


  • alt.text.label.YouTube
  • TikTok
  • Spotify
  • alt.text.label.Instagram
  • alt.text.label.Twitter
  • alt.text.label.Facebook

©2023, Tüm Yayın Hakları UluTürk Tarih'e aittir

®
bottom of page